1 Mayıs’ın, emeğin bayramı ilan edilmesinin üzerinden 123 yıl geçti.
Ne yazık ki 123 yıl sonra emekçiler, 8 saatlik iş günü için, insanca çalışma koşulları için, örgütlenme hakkı için bedel ödeyerek elde etmiş oldukları kazanımların teker teker ellerinden alındığı bir dünyada yeniden 1 Mayıs’ ı kutlamak zorunda kalıyorlar.
Bugün sermaye ve siyasi iktidarca;
İş yasalarının katılığından dem vurulup esnek iş yasaları talebi ortaya atılyor,
Esneklik yetmedi, bu kez emeğin güvencesizliğini kurumsallaştıracak yasal düzenlemeler getirilmek isteniyor,
Haftalık çalışma süresinin 45 saat yerine 54 saat olduğu artık resmi belgelerle ilan ediliyor,
Artık taşeron çalıştırmanın önündeki tüm yasal engellerin kaldırıldığı çalışma yaşamının taşeron cumhuriyetine dönüştürüldüğü bir iş piyasası yaratılacağının sözleri veriliyor,
İş cinayetleri, işin doğasından kaynaklanan bir kader olarak tanımlanıp, taşeron cumhuriyetinde neredeyse her gün bir işçinin yaşamını yitirmesi olağan karşılanıyor,
Tele çalışma, ödünç iş ilişkisi, iş paylaşımı, mesleki bir faaliyet olarak iş bulmaya aracılık gibi tüm güvencesiz çalışma biçimleri yasal güvenceye kavuşturulurken, bu çalışma biçimlerinin yok ettiği sosyal güvenlik hakkına işçilerin primleri kendilerinin ödeyerek ulaşmaya çalışmaları bir lütuf olarak sunuluyor,
İşçilerin demokratik haklarını kullanarak kendi örgütleri ile bu sorunlara karşı mücadele vermeleri, onlarca sınırlama içerisine hapsedilmiş grev hakkını getiren toplu iş ilişkileri yasasına teslim edilmeye hazırlanıyor,
Kısaca ucuz emek üzerinden rekabet üstünlüğü sağlamayı hedefleyen bir istihdam politikası, güvencesizlik üzerinden işçileri terbiye ederek adım adım devreye sokuluyor. İş sahibi olan işsizle, ücreti biraz yüksek olan asgari ücretliyle tehdit altında tutuluyor,