Adli yıl açılışını yaptığımız bugün, aynı zamanda 1 Eylül “Dünya Barış Günü”. Ancak bugün, hem ülkemizde yaşanan gerginlikler, hem de yakın çevremizde Orta Doğu’da yaşanan kaos ve vahşetten dolayı barıştan söz etmemiz mümkün değildir. Hemen yanı başımızda Irak’ta, Suriye’de ve Gazze’ de yaşanan ölümler bize savaşın acı yüzünü göstermektedir.
Dünyamızda etnik ve dini farklılıklar körüklenerek halklar birbirine düşman edilmekte ve halkların birlikte yaşama umutları yok edilmektedir.
Biz barış içinde yaşayan bir Türkiye ve dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bunun için Mustafa Kemal Atatürk’ ün “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ” ilkesinin herkes tarafından benimsenmesi gereklidir.
Adli yıl açılışını yaptığımız bugün de, ülkemiz yargısının sorunlarını ve eksikliklerini dile getirmeden önce daha can alıcı bir husus olan 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne ve bunun anlam ve önemine değindikten sonra hukuk devleti anlayışımızın, yargı ve adalet sistemimizin yaşadığı sorunları dile getirmek ve kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Anayasaların özünü, devletin temel örgütlenmesinin belirlenmesi dışında, birey hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla siyasi iktidarın sınırlandırılması oluşturur. Siyasi iktidarı sınırlandırmanın en önemli unsuru ise kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince yasama, yürütme ve yargı erklerinin her biri bağımsızdırlar ve birbirlerinin üzerinde değildirler. Bu erklerden siyasi iktidar tarafından kullanılan yürütme erki keyfi kullanıma açıktır. Bu sebeple yürütme erkini denetleyecek, birey hak ve özgürlükleri koruyacak, bağımsız ve tarafsız yargı erkine ihtiyaç bulunmaktadır. Yargısının bağımsız ve tarafsız olmadığı bir devlet hukuk devleti değildir.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının gerekçesi, hakimin yargılama işlemini yerine getirirken her türlü egemen güce karşı korunmasının sağlanmasıdır. Çünkü hakim dışarıdan gelebilecek etkilere karşı korunmadığı sürece adaleti hukuka uygun şekilde dağıtamaz.
Yargı bağımsızlığı temel hak ve özgürlüklerin ana güvencesidir. Yargı bağımsızlığı adil yargılama hakkına hizmet eder. Bu sebeple bağımsızlık hakimler için tanınmış bir ayrıcalık değil, onların tarafsızlığını sağlamanın aracıdır.
12 Eylül 2010 tarihinde doksan yıllık Cumhuriyet tarihimiz süresince oluşturulan yargı ve adalet sistemimizi iyileştirmek ve eksikliklerini gidermek amacıyla Anayasa’da değişiklik yapılmıştır. Ancak yaşadığımız süreçte, değişiklik ile amaçlanan yargının tarafsız ve bağımsız hale gelmesi ve HSYK üzerinde yürütme erkinin gücünün ve etkisinin azaltılması çabalarının boşa çıktığını üzülerek görmekteyiz. Hatta bağımsız ve tarafsız yargı yaratma adına yapılan değişikliğin tam aksi bir sonuç doğurduğu da görülmektedir.
Bu durum özellikle siyasi iktidar tarafından 17 Aralık ve 25 Aralık tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmalar ve sonrasında herkes tarafından görülmüş ve siyasi iktidar bunu bir anlamda ikrar etmiştir. Soruşturmalara tepki olarak HSYK Kanunu’nda yeni düzenlemeler yapılmıştır. Yapılan bu düzenlemeler de yürütmenin yargı üzerindeki baskısını arttıran, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldıran niteliktedir.
Siyasi iktidar tarafından HSYK Kanunu’ nda son yapılan değişiklikler ile yargı üzerinde Adalet Bakanı’ nın etkisi arttırılmış, yargının bağımsızlığına gölge düşürülmüştür. Bu gün ise yaklaşan HSYK seçimleri sebebiyle siyasi iktidar tarafından hakim ve savcılara baskı yapıldığı kamuoyu gündeminde yer almaktadır. Doğru olmadığını düşünmek istediğimiz bu eylemlerden vazgeçilmesini ve HSYK seçimlerinin demokratik teamüller içerisinde yapılmasını beklediğimizi belirtiyoruz.
Yaşanan bu süreçte yargı ve adalet sistemimiz açısından söylenecek en kestirme ve özlü söz “ tuz kokmuştur ”. Bugün Türkiye’ de hiçbir birey, grup, görüş yargıya güvenmemektedir.
Ülkemizde, hüküm kuran hakimlerin, iddia eden savcılık makamının ve savunma yapan avukatlık mesleğinin sorunları ile adliyenin tüm yükünü çeken adli çalışanların ve adliyelerin fiziki sorunları birlikte ele alınarak yeni bir bağımsız, tarafsız yargı sistemi oluşturmadan sorunların üstesinden gelmek mümkün değildir.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “ bağımsız ve tarafsız yargı ”, yargının olmazsa olmaz koşulu olan “özgür savunma” ile anlam kazanır. Zira savunma, sav – savunma – karar üçlemesinden oluşan yargının kurucu unsurudur. Adil bir yargılamanın yapılması ancak yargılamaya avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir.
Savunma mesleği, serbest meslek olmasının yanı sıra aynı zamanda bir kamu hizmetidir. Bu durum dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kalitesinin arttırılması gerektiği daha iyi anlaşılmaktadır.
Avukatlık mesleğinin kalitesi ise, ancak akademik kriterleri yeterli olan hukuk fakültelerinde hukuk eğitimi almak ve iyi bir avukatlık staj yapmanın dışında, avukatlık mesleğine kabulün sınavla yapılmasıyla arttırılabilir.
Bu sebeple, akademik kriterleri yetersiz olan hukuk fakülteleri derhal kapatılmalıdır. Avukatlık Kanunu’ nda değişiklik yapılarak “ Avukatlık Sınavı ” getirilmelidir.
Meslek örgütü olduğu kadar, birer hukuk kurumu olan barolar her zaman hukukun üstünlüğünü, bağımsız ve tarafsız yargıyı ve hukuk devletini savunmuşlardır. Barolarımızın, kamuoyunun gündemine düşen ve tartışılan konularda açıklamalar yapmaları, görüşlerini bildirmeleri, “ siyaset yapıyorlar ” şeklinde değerlendirmektedir. Yapılan bu değerlendirmeler son derece haksızdır. Çünkü hukukun üstünlüğünü, bağımsız ve tarafsız yargıyı, insan hak ve özgürlüklerini savunmak, siyaset yapmaksa barolar doğru yapmaktadırlar ve bu siyaset yapmaksa siyaset yapmaya devam edeceklerdir.
Yargının bütün sorunlarının can yakıcı şekilde devam ettiği bugün, 2014 – 2015 adli yılının yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlandığı, savunmanın sorunlarının çözüldüğü, hukuk devleti ilkelerinin tesis edildiği bir yıl olmasını ve tüm hukukçulara iyilikler getirmesinin diliyorum.

